İNCELEME-ARAŞTIRMA

TÜRK SANATINDA AT

turk-sanatinda-at

TÜRK SANATINDA AT / Prof. Dr. Emel ESİN

Türk-Arap

Türk ve Arap soyundan atların çiftleşmesinden doğan ve bugün Türkmen argamak ya da Arap midillisi olarak bilinen melez soy üzerinde uzun uzadıya incelemelerde bulunulmuştur. Tarihi kayıtlar, Türk ve Arap soylarının çok erken bir dönemde biraraya geldiklerine işaret etmektedir. Türk atlarının Orta Doğu’ya Emeviler döneminde gelmiş oldukları kaydedilmektedir. Zengi, Türkmenler ile Arapların kendi atlarının iyi özelliklerini öne sürdükleri Ebu Yakup el-Kutali döneminden önce geçen bir olayla ilintilendirerek bu gerçeği doğrulamaktadır (folyo,83). Arap atı Uygur topraklarına 1006 yılında gelmiş ve Uygurlar tarafından Çinlilere sunulmuştur. 1068’de yazılmış olan Kutadgu Bilig’de, Karahanlı hükümdarının atları arasında “tazî”dan söz edilir. “tazî” sözcüğü yine de her zaman bir Arap atı için kullanılmaz, Araplar tarafından Horasan’da ya da başka bir yerde yetiştirilen bir at için ya da Arap atının andıran herhangi bir soydan at için de kullanılmış olabilir. Oğuz destanları, özellikle Arap atından, (Ergin, s: 21) ve “bedevi” ya da “uzun boyunlu bedevi”den ya da diğer soyu belli olmayan büyük atlardan (Kazılığ Dağlarının iri atları) bahseder.

Orta Asya’nın İslamlaşmasını takiben çeşitli özel cins atların çiftleştirilmesinde, soylu atlar olarak bahsi geçen Horasanlı soylar da bir role sahip olmamalılar. Hudud’ül-Alam Horasan’da atların yetiştirildiği bir iki yer sayar. Ancak bu elbette ki bu atların Türkistan soylarından tamamıyla farklı oldukları anlamına gelmez. Cahiz tarafından da kaydedildiği üzere, Türkler ve Horasanlılar, Mekkeliler ile Medineliler kadar birbirine yakındılar. Horasanlı sözcüğünün kendisi de etnik bir kökenin göstergesi değildir ve bir Türk kadar bir İranlı da olabilir. Aslında Horasanlı usta binicilerin Arap oldukları da ortaya çıkacaktır. Öte yandan “Abbasi Halifeleri tarafından şimdiki Türkiye’nin güneyine yerleştirilmiş” Horasanlılar, N. Ramazanoğlu’nun da XXVI. Doğubilimciler Kongresi’nde belirttiği üzere, Türk biniciler idi. Öyleyse iri Horasan atlarının Kırgız (Girtis) atları gibi iri Türk soylarıyla bağlantısı olması muhtemeldir. Bunlar da yine, birdaun’un gelmesinde önce Bedahşan’da var olduğu söylenen iri cins yerel atlar olabilirler. Marco Polo Dönemi’ndeki antik iri atların anıldığı efsane de İskender ile bağlantılıydı. Horasan ve İran atları arasında bir bağ bulunması muhtemeldir. İran atı, hem Cahiz Dönemi’nde hem de sonrasında Türk-Arap soyunun İslam dünyasının ideal at standardı olarak kabul edildiği dönemde sakinliği ile bilinen bir cins idi. Osmanlı döneminde ise, Afgan yetiştiricilerinin atları bu İranlı yetiştiricilerin atlarıyla bağlantılandırılıyordu. Afgan krallarının elçilerinin 1141’deki İran ziyaretlerinde Küçük Çelebizade, atlarının İran atlarına benzerliklerinden bahseder ve bu atların mizacını, Cahiz’in, el ile yeni bir pozisyona taşınması gereken satranç taşlarına benzettiği atlarınki ile kıyaslar.

Sanat çalışmalarına geri dönersek, İç Asya ve Yakın Doğu atlarının çiftleşmesinin ürünü olan melez soyların ilk işaretinin, Kaşr’ül-Khayr’in bir resmindeki, Arapların ve İranlıların aksine Türkler gibi traşlı, Orta Asya tarzı kıyafetler içinde ve yine bir Türk prensi gibi saçları dalgalanan bir okçu binici betimlemesinde görüldüğü söylenebilir. At da, safkan çöl atı gibi ince bacaklı ya da Sasani küheylanları gibi bodur değildir. Ancak Güney Türk ve Çin tasvirlerindeki atlardan daha iridir. Bununla birlikte uzun gövdesi, basık kıçı ve düğümlü kuyruğu ile Orta Asya soylarının bazı özelliklerini taşımaktadır. Aslında, daha çok Türk-Arap melez soyundan geldiği söylenen şimdiki Türkmen “argamak” atına benzemektedir. Kaşr’ül-Khayr resminde, Arap ve Türk atlarının çiftleşmesinden doğan melez soyun Ebu Yakub al-Kutali Dönemi’nden bile önce var olduğuna dair izler taşımaktadır.

Kayıtlarda (Zengi folyo: 46, 48-49), öte yandan, Türk kısrakları ile Tazi (Arap mı Horasanlı mı?) aygırların çiftleştirilmesinden bir melez soy denemesini ilk yapanın Ebu Yakub olduğu ifade edilmektedir. Ebu Yakub’a, atlarla ilgili konularda, alanlarında uzman 10 Türkmen ile aynı derecede usta 10 Horasanlı rehberlik etmiştir. Zengi, Türk uzman ve yazar Ebu Yakub el-Kutali’yi Arap amatör ve yazar Muhammed Abdullah İbni Müslim ile karşılaştırıyor.

Takriben hicri 555 yılında yazan Zengi de Türk-Arap soyunu bildik bir at soyu olarak düşünüyor. Ancak yine de safkan Türk atlarının özgün özelliklerini kaydederek bunları Türk olmayan iri at cinsleriyle karşılaştırıyor. Tüm bu at cinslerinin Zengi’nin bahsettiği ve kendisinin de yaşadığı Musul ve Şam (folyo 50b) yöresinde çok sayıda olduğu anlaşılıyor. Zengi Farsça ve Arapçanın yanında Türkçeyi de biliyordu. Türk Zengi hanedanıyla aynı dönemde yaşamış ve bu hanedanla bir bağı vardı.

Gerçekten de “merhum Sultan Muhammed”in sarayından ve geniş ahırlara sahip olup sürekli spor arkadaşlarıyla yarışlar ve binicilik oyunları düzenleyen hükümdarın saray vasallarından bahseder (Nasruddin Akkuş, Musullu Zeynüddin Küçük). Zengi’nin kendisi de, binicilik sporlarına meraklı genç bir adam iken Abu Yakub el-Kutali’nin ünlü yapıtını (folyo: 46v., 50v.) eline geçirdiği günleri heyecanla anan ateşli bir amatördü.

Kitap resimlerindeki atlarla ilgili betimlemeleri değerlendirecek olursak, Moğol istilası, kendisiyle birlikte pek çok Orta Asya at cinsini de getirmiş ve muhtemelen Türk-Arap at soyunun gelişimini kesintiye uğratmış olmalı. Kaşr’ül-Khayr atına ve şimdiki Türkmen argamak’ına benzer güzellikte ideal at görünüşü, yalnızca Timur Dönemi’nde yeniden ortaya çıktı. Türk-Arap ideal at cinsine yeniden dönüşün Türkistan ile Horasan’ı birbirine bağlayan eskiden Arap ve Türkmenlerin buluştuğu ve Türkmenlerin şimdi argamak yetiştirdiği antik bölgede gerçekleşmesi önemlidir.

Bu evrimin ardından Timur Dönemi resim sanatı geliyor olabilir. Topkapı’daki hicri 1160 tarihli bir koleksiyonda yer alan ve Timur Dönemi ressamlarından Ferganalı Emir Celal Kasi’ye mal edilen bir at tasviri Türkmen argamak’ının ilk görünüşünü resmetmektedir. Türk Çağatay aristokrasisinden Tebrizli üç Türkmen (Cafer Baysunguri, Ali Muşavir ve Kivam el-Din Mucalid) ile Timur Dönemi Prensi Mirza Halil’e ait bir çalışma olan 1437 tarihli Baysungur-Şahname’de yine argamak tasvirine rastlanmaktadır. Bu çalışmada, yine de, incecik bacaklar gibi şimdiki Arap atı özellikleri göze çarpmaktadır. Türk üstat Mahmut Mudhahhib tarafından Buhara’da 1545’te Nizami’nin Mahzen-i Esrar’ı (Sırlar Mahzeni) için yapılan tasvirlerde, daha çok şimdiki Arap küheylanlarına yakın daha narin atlar görülmektedir.

Timur Dönemi resim sanatında, değişmeyen bir safkan at tasviri söz konusudur. Bu at, antik birdaun gibi, yük taşımada, avda, binicilik oyunlarında olmak üzere çok amaçlı olarak kullanılan bir binek hayvanı gibi görünmektedir.

Orta Asya Türkleri argamakları, biniciler arasındaki rekabet nesnesinin bir dağ keçisi olduğu oğlak (buz-Kaşı) denilen şimdiki binicilik oyunlarında da kullanmaktadırlar. Rusya Türkistanı ve ağırlıkla Türklerin yaşadığı Kuzey Afganistan bölgesindeki Orta Asya’nın “güney” tipi atlarının modern yetiştiricileri, festivallerde argamaklarıyla gösteri yapmakta ve onları gündelik yaşantılarında da kullanmaktadırlar. Doğu Türkistan’da argamak aynı zamanda yalnızca festivaller için ve oğlak oyunu için yetiştirilmektedir. Yerel yarı yabani ve diğer midilliler yarış ve avcılıkta tercih edilen atlardır.

Tüm Orta Asya Türkleri binicilik oyunları için en güzel kıyafetlerini giyerler. Türkmenler de, büyük, koyun derisinden ya da daha küçük karakül keplerini giyip Göktürklerin üç parçalı ceketlerine benzeyen parlak çapanlarını giyerler. Kırgız ve Doğu Türkistanlılar da fötr ya da tırtıklı ya da yukarı doğru kıvrık, leopar ya da başka hayvan kürkü ile süslenmiş ve tüylerle kaplanmış kadife şapkalar giyerler. Bu şapkalar Siyah Kalam’ın binicileri betimlediği resminde (İpşiroğlu, “Ein Beitrag…”) de gözlemlenebilir.

Türkiye’de at tasvirlerinde çoğunluğu Kuzey Asya midillilerinden oluşan bir karışım sunulmaktadır. 16. yüzyılda, üzerinde sultan ve yüksek düzeyde şahsiyetlerin resmedildiği büyük ölçüde bir alay atının özelliklerinde bir argamak türü ortaya çıkmıştır. Türk süvarilerinin tasvir edildiği sayısız resimde de aynı kompozisyona rastlanmaktadır. Baş kumandan, argamak görünüşünde iri bir safkan alay atı üzerinde görülmektedir. Subaylar ise, üzerlerinde uzun mesafeler katedilebilecek ve düşmanların saldırılarına karşı konulabilecek dayanıklı orta boy atlar üzerinde bacakları iki yana açık olarak resmedilmiştir. Yedekte seyisler eşliğinde götürülen atlar da vardır. Anadolulu süvari, günümüze kadar gelen gürbüz Anadolu midillilerinin yanında sıraya dizilmişlerdir (Esin, Türk Minyatürü.pl. 9).

Kitap resimlerinde cirit atılarak oynanan binicilik oyunu ciritin betimlendiği sahnelerde, argamak atının bu şekilde de kullanıldığı gösterilmektedir. Türk köylüler, hâlâ cirit oynamaktalar ancak kendi Anadolu midillileri ile.

Tarihi kayıtlarda, İç Asya atlarının daha sonraki tarihlerde, Kırım Hanları ya da Türkistan prensleri tarafından Türkiye’ye hediye edildiği ya da göçmenler tarafından getirildiğinden birden çok yerde söz edilmektedir. Argamak türünün bir ideal at türü olarak değerlendirilmesi, Osmanlı sarayında, saray ressamlarının bir yerel okulu ile yanyana çalışan Şah Kulu’nun himayesindeki bir Türkmen üstatlar okulunun kurulmasıyla uygun görünmektedir. Merhum Profesör Meriç, Çaldıran Savaşı sonrasında Türkiye’ye gelen birkaç Türkmen ressamın adını yayımlamak üzereydi. Topkapı arşivlerinde bulunan bu liste ne yazık ki yayımlanamadı. Osmanlı ressamlar tarafından saray binek atlarının kusursuz bir görünümü olarak argamak stili ideal at türü benimsendi. Sultanın binicilik başarılarına pek çok sayfa ayrılmış olan ve ünlü Osmanlı ressamı Osman tarafından resimlendirilen 1585 tarihli yapıtı Hünername’de sürekli olarak argamak türü safkan atlar saray binek hayvanları olarak gösterilmektedir. Muhteşem Süleyman’ın atı da Koşmak’ın ifadesine göre, tipik bir azgan (en yüce) argamak türündedir.

Azerbaycan ve Kırım’ın kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı’nın Türkmen ve Tatar dünyasıyla bağlarının kesilmesinin ardından safkan atlar da yalnızca Arap topraklarından gelir olmuştur. Osmanlı ideal at türü, hiç olmadığı kadar çok yuvarlak kıçlı, parlak donlu ve ince topuklu safkan Arap atına benzemeye başlamıştır. Hizri 1106 tarihli Osmanlı Türk derlemesi Kitab el-makbul fi fadhail el-kuyul’da diğer iyi atlar arasında kısaca Türkmenler ve Oğuzlar (fol. 17 v) tarafından yetiştirilen türlerden bahsedilir ancak dünyanın en iyi atının “hurma renkli çöl saylavisi” (fol 19) olduğu da kabul edilir.

Aynı yazar, atı, eski Türk resim çalışmaları ve metinlerinde detaylı bir şekilde betimlenen mecazi olarak belirgin ancak sapasağlam, yiğit ve grotesk at özelliğinden yoksun neredeyse insan mizacında çok uysal bir at olarak tanımlamaktadır. Atı, sultanın resmi geçitlerde kullanmak için ayırdığı bir alay atına indirgemiş gibi görünmektedir: İyi bir at hoş bir edaya ve ceylan gibi gözlere sahip olmalıdır. Kulakları birbirinden çok ayrık saz yaprakları gibi olmalıdır. Küçük dişler, tam yuvarlak bir alın ve kupkuru kirpikleri olmalıdır. At yüksek olmalı, yüksek belli, hassas burunlu, geniş yeleli, yuvarlak göğüslü, dolgun butları, geniş bir terkisi olmalı. Orantılı bacakları koyu renkli topukları, olmalı. At soğuk ve ilgisiz değil hızla cevap verir olmalı. Sağa sola selam verirken gururla yürümeli. Değerini bilmeli ve adımlarını dikkatli atmalıdır. Bir nehirle karşılaştığında korkmamalı ve uzun adımlarla geçmelidir. At, iki yüzlülüler gibi sinsi sinsi yürümemeli, nazik beyefendilerinki gibi düzgün adımlarla yürümelidir. At asla kalçalarını ve cıdağısını eşit yükseklikte tutmaktan vazgeçip gevşememelidir. 18

Bu insan özelliklerini içeren tasvir, at çağının sonunun geldiğinin ve eski Orta Asya’nın yiğit kavramının gözden düşüşünün ya da Türk’ün bu günlük arkadaşı ata olan düşkünlüğünün bir başka yönü olup olmadığının bir ifadesi olup olmadığı merak edilebilir. 19. yüzyılda bile Kırım Hanı Gazi Giray’ın sözlerini açımlayan Namık Kemal, hala Orta Asya ve Anadolu yaylalarında at yetiştiren Türklerin at yarışlarına düşkünlüklerini örnek vermektedir;

Rayete meyl ederiz kaamet-i dilcu yerine
Tuğa bel bağlamışız, kakül-ü hoşbu yerine.

Türk Sanatında At / Prof. Dr. Emel ESİN

error: !!!